Kastrasyon ve Öznellik
Jacques Lacan, Freud’dan sonra psikanalizde en özgün ve kapsamlı katkıları sağlayan psikanalisttir. Aynı zamanda psikanalitik pratiğe getirdiği yenilikler ve kişiliği sebebiyle yeni nesil psikanalistler arasında en tartışmalı isimlerden biridir. Lacan’ın psikanalize kazandırdığı önemli yeniliklerden biri de cinsiyetlenme kuramıdır. Lacan, psikanaliz pratiğini dogmatik okumalardan ayırarak, cinsiyeti biyolojik gerçeklikten ayrı bir olgu olarak ele alır ve cinsiyetlenmiş konumları yorumlamak için derinlikli bir bakış açısı sunar.
“Geç Lacan” olarak adlandırabileceğimiz, 1970’lerdeki eserlerinde teorik incelemelerinin doruğuna ulaşan Lacan, cinsiyetlenme formüllerini geliştirerek kastrasyon kompleksinin işleyişi ve öznelerin cinsiyet edinme süreçlerini oldukça derin bir şekilde ele alır. Yeni kuram, tıpkı “Eski Lacan” dönemindeki açıklamalarıyla paralellik göstererek, öznenin simgesel düzene nasıl kaydedildiğini açıklar. Lacan’a göre, kastrasyon kompleksi başlı başına öznenin simgesel düzene kaydedilme sürecidir.
Penis mi Fallus mu? Lacan’ın Cinsiyetlenme Kuramında Fallusun Rolü
Lacan, cinsiyetlenme formüllerini ilk kez ortaya attığında (1972), 1950'lerden beri yapmakta olduğu gibi fallus merkezli bir açıklama sistemini kullanır. Ancak, Lacan’ın bahsettiği fallus, ilk nesil psikanalistlerin erkek üreme organına yaptıkları atıflarla karıştırılmamalıdır. Freud ve onu izleyen psikanalistler (ve onların günümüzdeki takipçileri) psikanalizi teorize ederken, fallustan değil, direkt olarak penisten bahsederler. Lacan'ın bahsettiği fallus ise bir organla, hatta herhangi bir vücutsal gerçeklikle ilgili bir olgu değildir. Penis, yani organ reel düzlemdeyken, fallus imgesel düzlemdedir. Tamamen zihinsel, imgeler üzerinden kurulan ve gücün konumuna yapılan bir atıftır. Kastrasyon kompleksi, yani öznenin simgesel düzene kaydedilme süreci dahilinde de fallus kritik bir simgesel işleve sahiptir. Lacan’ın cinsellik, cinsiyet ve cinsiyetlenme konularındaki yaklaşımını, hatta genel olarak psikanalitik teoriye kazandırdığı yeni boyutları kavrayabilmek için bu noktayı anlamak önemlidir.
Freud, eserlerinde penisten bahsederken çoğu zaman direkt olarak organdan bahseder. Fallus kelimesini nadiren kullanır ve kullandığında da genellikle sıfat halinde, yani “fallik” terimiyle yer verir (örn.: “fallik dönem”). Bu kullanımda penis ve fallus kelimeleri arasında teorize edilmiş bir farklılık yoktur. Fakat, Freud’un eserlerinde benzeri bir farklılığın izleri görülür. Örneğin, Freud küçük kızların penis ve bebek arasında bilinçdışı bir eşitlik kurduğundan bahsederken, tabi ki penisten organ olma özelliğiyle değil, imgesel (ve cinsiyetlenmiş konum açısından simgesel) yönüyle bahsetmektedir. Lacan, Freud’un eserlerini belirli bir bakış açısıyla incelendiğinde fark edilebilen bu ayrımı detaylı bir şekilde formülize eder. Lacan için önemli olan, neredeyse her zaman biyolojik gerçeklikteki organ değil, onun fantazmda oynadığı roldür. Lacan, sırf bu ayrımı eserlerinde merkezi bir konuma yerleştirmesi açısından bile psikanalitik teoriye önemli bir yenilik getirmiştir (Evans, 1996).
“Klasik” ve Yenilikçi Psikanalistler: Lacan’ın Psikanalize Katkıları
Günümüzde, Lacanyen teoriyi çalışmayan pek çok “klasik” psikanalist hâlâ bir fiil organın işlevleri üzerinden analizanlarının ruhsal işleyişleri hakkında fikir yürütmektedir.
Bu tarz psikanalistler, vaka formülasyonları sırasında cinsel organların belirli bir şekilde kullanımını “ilerleme” olarak adlandırırken, organlar üzerinden yapılan yorumlarla cinselliğin bazı yönlerini “regrese, ilkel” şeklinde nitelendirip, bu yönlerle analizanın ruhsallığı arasında çok direkt bağlar kurabilmektedir. İlk nesil psikanalistlerin ve onların kuramlarını dogmatik şekilde takip edenlerin cinsellikle ilgili yaptığı varsayımların bir kısmı, 1970’lerden itibaren yapılan bilimsel çalışmalarla çürütülmüştür (Leader, 2024).
Cinsiyet ve cinsel kimlik hakkında psikanalitik yorumlar yapılırken, psikanalizin 19. yüzyıl sonlarında ortaya atılan bir kuram olduğu da unutulmamalıdır. Freud, keşfettiği ve ilerlemesine öncülük ettiği kuramıyla pek çok düşünüre göre bir dahidir. Fakat eserlerini kaleme alırken bazı noktalarda dönemin sosyal söylemini yansıtacak şekilde konumlanmıştır. Psikanalizin dogmatik olmayan bir okumasının yapılması, biraz da Freud’un dehasıyla 19. yüzyıl söylemini birbirinden ayırabilme işidir. Freud’un kuramlarını baştan düşünüp güncelleyememek, özden ziyade biçimi yücelten bir noktada kalmaktır. Lacan, sıklıkla kendi kuramını takip etmeyen psikanalistler tarafından “radikal” ve “özden kopmuş” gibi ifadelerle eleştirilse de Lacan’ın çalışmaları, özellikle de 1950’lerde öncülük ettiği “Freud’a Dönüş” akımı boyunca verdiği seminerlerde, Freud’un eserlerinde var olan öze uygun bir biçimde psikanalitik kavramların derinleştirilmesini içerir.
Cinsiyet ve Cinsel Kimlik: Lacan’ın Cinsiyetlenme Kuramı
Lacan, 1950'lerden itibaren farkların altını çizerek penis kelimesi yerine fallus kavramını kullanmayı tercih eder. 1970'lerde cinsiyetlenme kuramını ortaya attığında ise psikanalitik kurama başka bir dizi önemli yeniliği de tanıtmıştır. Kastrasyon mantığının yeniden yorumlanmasıyla, cinsiyetler birbirinden organ üzerinden değil, jouissance’a erişimlerine ve jouissance’la olan ilişkilerine göre ayrılırlar (Lacan, 1972). İncelikli bir kavram olan jouissance, kısaca haz ilkesinin ötesinde elde edilen (“beyond the pleasure principle”) ve bu limiti aştığı için de acıya dönüşen “zevk” olarak tanımlanabilir (Evans, 1996).
Cinsiyeti tanımlarken ayırt edici nokta olarak organın değil, öznelerin jouissance’a erişiminin alınması, cinsiyetlenmiş kimliğin biyolojik gerçeklikten ayrıştırılması anlamına da gelir. Bir başka deyişle, Lacan’ın kuramına göre biyolojik olarak erkek olan kişiler feminen yapılanmaya, biyolojik olarak kadın olan kişiler de maskülen yapılanmaya göre konumlanmış olabilirler (yazının devamında “kadın” ve “erkek” denildiğinde feminen ve maskülen cinsiyet yapısına göre konumlanmış öznelerden bahsedilecektir, “kadın” ve “erkek” kelimeleri biyolojik cinsiyet üzerinden değil, Lacan’ın kuramında yer aldığı şekliyle düşünülmelidir).
Fink (1997) cinsiyetlenmenin biyolojik cinsiyetten ayrı bir noktada ele alınmasının, feminen ve maskülen yapıya sahip öznelerin dil içerisindeki yabancılaşma* süreçlerinin ve dolayısıyla da Başka ile ilişkilenme yöntemlerinin farklılığına işaret ettiğini belirtir. Bu yeni kuramla birlikte Lacan (1972), aynı zamanda her bir cinsiyetin nesnesiyle ilişkilenme sürecini de yeniden tanımlamıştır. Sciara (2011) cinsiyetlenmenin, dilin içerisinde yapılanan öznenin feminen veya maskülen modlardan biriyle oluşturduğu başarılı özdeşleşim kurma sürecini ele aldığını belirtir. Lacan (1972), oedipal dramanın da cinsiyetlenme formülleri aracılığıyla açıklanabileceğini, fakat söz konusu formüllerin oedipal drama mantığının çok ötesinde bir açıklama aracı olduğunu ileri sürer. Dilin içerisinde yapılanan özneler, fallusa göre aldıkları pozisyon üzerinden gruplanırlar; bu durum, gösterenin özne üzerindeki etkilerinin bir sonucudur.
Lacan’ın Cinsiyetlenme Tablosu
Lacan’ın cinsiyetlenme formülleri, ilk kez 1972 tarihli L’étourdit adlı metninde açıklanır. Lacan, cinsiyetin yapısal ve psikanalitik boyutlarına dair bu önemli formülleri daha detaylı bir şekilde 1972-1973 yıllarındaki seminerinde sunar ve bir tablo halinde açıklar (bkz.: Figür 1). Bu formüller, Lacanyen psikanalizin temel taşlarından biri olarak cinsiyetin psikanalitik yapısının anlaşılmasında büyük bir rol oynar.
Figür 1. Cinsiyetlenme
Maskülen Yapının Formülleri: Cinsiyetlenme Teorisi ve Fallik Fonksiyon
Maskülen yapı, tablonun sol tarafında yer alırken, feminen yapı sağ tarafında bulunur. Sol üst köşede bulunan ilk formül “fallik fonksiyonun hesaptan düştüğü bir X (∃x) vardır” şeklinde, onun altındaki formül ise “fallik fonksiyon X (∀x)’in bütünü için geçerlidir (Φx)” şeklinde okunur. Maskülen konumun iki formülü bir arada düşünüldüğünde, “biri hariç bütün özneler fallik fonksiyonun içerisindedir” okuması çıkmaktadır (Fink, 1995, s.110).
Lacan’ın (1972) formülde hariç tuttuğu bu kişi, Freud’un Totem ve Tabu’da bahsettiği ilksel babadır. Bu baba haricindeki bütün erkekler fallik fonksiyona tümüyle dahildir. Bir başka deyişle, ilksel baba haricindeki tüm erkekler (maskülen yapıya göre konumlanmış özneler) kastrasyon kompleksini yaşarlar, ilksel baba içinse fallik fonksiyon hesaptan düşmüştür. Lacan’ın maskülen yapının formülüne fallik fonksiyonun dışında kalan ilksel babayı dahil etmesinin sebebi, her kuralın tanımlanabilir olması için bir istisnanın varlığına gereksinim duymasıdır (Fink, 1995). Bir başka deyişle, bu durumda istisna kuralı oluşturur. Bu anlamda “hesaptan düşme” ilksel babanın konumuna özel, oldukça istisnai bir işlev alır. Bu durum haricindeki diğer tüm durumlarda “hesaptan düşme”, psikozdaki temel savunma mekanizmasıdır. Lacan’ın Baba-nın-Adı olarak da isimlendirdiği temel gösterenin “hesaptan düşülmesidir”. Temel gösterenin eksikliği, simgesel düzende onarılamayacak bir boşluk yaratır ve psikotik yapı meydana gelir (Evans, 1996). İki farklı “hesaptan düşme” birbiriyle karıştırılmamalıdır.
Tablonun sol alt kısmındaki okuma şu şekildedir: "bölünmüş özne (S̷) obje a ile ilişki kurar". Bahsedilen bölünmüş özne (S̷) kastrasyonun etkisiyle bilinç ve bilinçdışı arasında bölünen özne konumunda olan maskülen yapıya sahip kişilerdir. Tablonun feminen tarafında kalan obje a ile ilişki kurarlar. Bölünmüş özneden a'ya uzanan ok, bu ilişkiselliği anlatır. Maskülenliğin formülü evrenseldir. Maskülen yapıda yer alan fallik fonksiyona dahil olma koşulu, cinsel ilişkinin imkânsız doğasına katkıda bulunur (Lacan, 1972).
Feminen Yapı
Feminen yapıya sahip öznelerin tabii olduğu cinsiyetlenme mantığı, maskülen yapıya sahip öznelerin mantığının aksine, tam olarak fallik fonksiyon dahilinde açıklanamaz (Lacan, 1972). Tablonun feminen yapıya ayrılan kısmının (sağ taraf) en üstündeki formül, “bir X bile yoktur ki fallik fonksiyona dahil olmasın” şeklinde okunur. Bu, feminen yönde cinsiyetlenmiş her bir öznenin, en azından kısmi olarak, fallik fonksiyon dahilinde tanımlandığını ifade eder. İkinci formül ise “bir X yoktur ki tümü fallik fonksiyona dahil olmuş olsun (Φx)” şeklinde okunur.
Formülün bu kısmı, kadınların fallik fonksiyona dahil olmayan bir parçasının olduğunu belirtir (Lacan, 1972). Bu noktada, feminen cinsiyetlenme formülünün, maskülen yapıdaki formüllerin aksine, tüm kadınları kapsayıcı bir yapıda olmadığını hatırlamak teorik yorumlamaya yardımcı olur: formüller, her bir kadına özgü bir şekilde uyarlanır, yani kadın olmanın tek bir yolu ya da şekli yoktur. Feminen yapının bu özelliği, feminen yapıya ait formüllerin maskülen yapının formüllerinin aksine evrensel olmamasıyla sonuçlanır (Fink, 1995).
Sıklıkla yanlış anlaşılabilen bir nokta, formülde geçen kadınların "bir kısmının" fallik fonksiyona dahil olmadığı ifadesidir. Lacan burada, fallik fonksiyona dahil olmayanın, her bir kadın özelinde, her bir kadının bir parçası olduğunu belirtir. Bu ifade, kadınlar topluluğuna dahil olanlardan bazılarının fallik fonksiyona dahil olmadığı anlamını taşımaz; aksine, cinsiyetlenmiş iki konumdan birinde yapılanmak, tanımı gereği kısmi de olsa fallik fonksiyona dahil olmayı gerektirir. Fallik fonksiyona dahil olmayan kişiler, psikotik klinik yapıya sahiptir (Fink, 1995).
"Kadın Yoktur": Feminen Cinsiyetlenme ve Başka Jouissance
Kadınlar, fallik fonksiyonun dışındaki tarafları üzerinden “Başka jouissance”ı, bir diğer adıyla “ek jouissance”ı (surplus jouissance) tecrübe ederler. Fallik fonksiyon dahilinde olunmadığından, söz konusu jouissance obje a’dan kaynaklanan bir jouissance değildir. Başka jouissance’ın varlığı sebebiyle kadınlar, jouissance’ı deneyimleme biçimleriyle ilgili bir bölünmüşlük yaşarlar: Kadınların fallik tarafı, tablonun maskülen yapı tarafında kalan fallus (Φ) ile ilişki kurmaya çalışırken, diğer, fallik olmayan tarafı, bölünmüş Başkanın gösterenine, yani S(Ⱥ)’ya doğru yönelir (Lacan, 1972-1973).
Soler (2006), S(Ⱥ)’nın simgesel düzene bir sınır teşkil ettiğini ve cinsiyetlenme mantığının sadece fallik fonksiyon üzerinden düşünülemeyeceğini gösterdiğini söyler. Sciara (2011) ise, Başka jouissance sebebiyle tüm kadınlar için genellenebilecek evrensel bir formülün kurulamayacağını, bu nedenle her bir kadının kendine özgü bir doğası olduğunu belirtir. Feminen cinsiyetlenme formüllerinde, maskülen yapının aksine, kuralı oluşturabilecek bir istisna, ilksel babanın bir benzeri veya türevi yoktur (Lacan, 1972-1973). Lacan bu durumu tablodaki “la” işaretini kullanarak anlatır: ilksel örneği temsil eden bir kadın, yani “la” bulunmamaktadır, bu sebeple üzeri çizilmiştir. Feminen cinsiyetlenme formülündeki bu nüans, Lacan’ın (1972-1973) meşhur sözü “kadın yoktur” ifadesinin teorik arka planıdır; kadın değil, kadınlar vardır. Her bir kadının kendine özgü, bir diğerine eşitlenemeyen bir kadın olma şekli vardır.
Sonuç: Cinsiyetlenme Teorisi
Özetle, Lacan, cinsiyetlenmiş öznelerin simgesel düzen içerisinde dilin etkisi altında nasıl iki farklı gruba ayrılabileceğini aktarır. Anatomik cinsiyet, feminen veya maskülen cinsiyet yapısında olmak için belirleyici bir unsur değildir. Freud, psikoseksüel gelişimi, yani gerçeğin simgesel düzen tarafından yeniden yazılması sürecini oedipal dönemin sonuna ulaşıldığında kız ve erkek çocuklarının kendileriyle aynı biyolojik cinsiyete sahip ebeveynle kurdukları özdeşleşim üzerinden ele alır. Freud, konuyu biyolojik cinsiyetten ayrıştırılamayacak şekilde formüle eder, teorik düzlemini özdeşleşimden ileri taşımaz ve kullandığı tanımlar, cinsiyetlenmiş kimliklerin sosyal rollere indirgenmesine alan açar (Soler, 2006). Lacan ise bu açılardan Freud’dan radikal bir şekilde ayrılmaktadır: cinsiyetlenmiş kimlik, dilin içerisinde yer alan öznelerin jouissance modlarının farklılığına, dolayısıyla fallik fonksiyon içerisinde bulunuşun farklı şekillerine göre tanımlanmaktadır (Soler, 2006).
Kaynaklar:
Söz konusu yazının bir kısmı Nobel Yayın tarafından basılan “Freud’dan Lacan’a Vaka İncelemeleri ve Psikanalitik Değerlendirmeler” serisinin dördüncü cildi için tez çalışmamdan yola çıkarak kaleme aldığım “Kadın ve Arzusu: Arzunun Babadan Partnere Yolculuğu ve Araştırma Bulguları Üzerinden Analizi” başlıklı kitap bölümümden alınmıştır.
Evans, D. (1996). An introductory dictionary of Lacanian psychoanalysis. London: Routledge.
Freud, S. (1913). Totem and taboo: Some points of agreement between the mental lives of savages and neurotics. In S. Freud, J. Strachey, A. Freud, A. Strachey, & A. Tyson (Eds.), The standard edition of the complete psychological works of Sigmund Freud (Vol. 13, pp. 1-167). London: Vintage.
Fink, B. (1995). The Lacanian subject: Between language and jouissance. Princeton, NJ: Princeton University Press.
Fink, B. (1997). A clinical introduction to Lacanian psychoanalysis: Theory and technique. Cambridge, MA: Harvard University Press.
Lacan, J. (1956-1957). La relations d’objet, le séminaire IV. Retrieved from http://staferla.free.fr/S4/S4%20LA%20RELATION.pdf
Lacan, J. (1972). L’étourdit. Retrieved from http://staferla.free.fr/Lacan/L'etourdit.pdf
Lacan, J. (1972-1973). On feminine sexuality: The limits of love and knowledge, Book XX. New York, NY: W. W. Norton & Company.
Leader, D. (2024). Is it ever just sex?. London: Penguin Books.
Polat, M. S. (2020). A psychoanalytical study of women’s experiences related to early paternal loss and romantic relations (Unpublished master’s thesis). Middle East Technical University, Ankara, Turkey.
Sciara, L. (2011). Annexe III. Formules de la sexuation [Annexe III. Sexuation formulas]. In L. Sciara, Banlieues: Pointe avancée de la clinique contemporaine (pp. 315-317). Toulouse, France: ERES.
Soler, C. (2006). What Lacan said about women: A psychoanalytic study (J. Holland, Trans.). New York, NY: Other Press.
Su Polat,
Ocak 2025
Comments